24.12.2020
Zaman hızla geçiyor.
2 yıldır buralara uzağım.
Şöyle bir baktım da en son 1 Ocak 2019'da yazmışım. Oğlum dünyaya gelmeden tam 7 gün önce.
Evet, bir oğlum oldu. Neredeyse 2 yaşında.
Bu süre içerisinde kâh güldük kâh ağladık, bir yorulduk bir dinlendik derken vakit hızlıca geçti.
Büyükler derlerdi de inanmazdım. Çocuk sahibi olunca vakit su gibi akıp geçiyor. Tutamıyoruz.
Üstelik çoğu zaman bu 2 yılın içine bir şey sığdıramadık bile. Beraber yapılmış stresli birkaç tatil, orman yürüyüşü ve doğayla iç içe anlar var tabi. Ancak takdir edersiniz ki daha önceki faaliyetlerimin hiçbirini neredeyse yapamaz oldum.
Birkaç kez eli boş dönülen mantar turu ve iki kere kamp yapma fırsatı...
Tabi ki eskisi gibi aylak aylak gezmek çok işime gelirdi ama artık sorumluluklarım var. Beraber çok güzel bir doğa hatırasında bile oğlanın sızlanıp ağlanması tutmuş ise siz o anlardan pek de birşey anlamıyorsunuz :)
Bir de bütün bir yılımızı heba eden korona pandemisi var. Bütün dünya bu salgın hastalıkla uğraşıyor. Binlerce insan öldü. Milyonlarca insan enfekte oldu. Bizde nasibimizi aldık tabi.
Çok kötü geçen birkaç günün ardından hayattaki tek varlıklarımın eşim ve oğlum olduğunu anladım. Açıkcası gerisi pek de gözümde değil.
Neyse...
Biz yine de vakit buldukça günübirlik doğaya kaçıyoruz. Geziyoruz. Alıç toplayıp, kuşburnu yiyoruz. Biraz temiz hava çekiyoruz ciğerlerimize. Metropol hayatının insanlarına ait tüm kötü koku yayan düşüncelerden arındırıyoruz ruhumuzu.
Bazen arsamıza taş ev yaptırma hayali kuruyor, belki bir gün kırsalda kendi bahçemizde hayvanlarımızla organik bir hayat sürme ihtimalinin peşine düşüyoruz.
Tabi bu arada 8-5 çalışmaya devam ediyoruz. Dışarıda yılın ilk karı yağarken biz, masamızda, işimizin başında oturuyoruz.
Açıkçası böyle bir gelecek düşlemiyorum. Geçen her gün evrenin kara deliğine atılmış gibi. Oysa ben birkaç yıl sonra bile kuruşu kuruşuna hatırlayacağım dolu dolu günler geçirmek istiyorum.
Hayattan bir gün daha çalacağımız, lezzetli, heyecanlı günler. Oysa şu an o bizden çalıyor, biliyorum.
Hayalimi gerçekleştirmek için hayat bana yaşlanmak seçeneği dışında pek de bir şey sunmuyor. Ancak belki o zaman para biriktirmiş olurum ve emekliliği bir Ege kasabasında hanım ile birlikte geçiririm.
Oysa ben hayallerimi daha erken gerçekleştirmeliyim. Bunun için de paraya ihtiyacım var.
O zaman kırsalda bir taş ev yaptırıp haftasonları doğa ile iç içe günler geçirebilirim. Az önce kümesimden topladığım yumurtaları oğluma yedirebilirim. O, bahçede çoban köpeğimiz ile oynarken ben verandada gökyüzünü ve karşımdaki ihtişamlı dağları seyredebilirim.
İşte o zaman, yılın ilk karı yağarken saatlerce avare yürüyebilirim veya karımla şömine başında sahlep içerken kutlayabilirim.
İşte o zaman, en büyük kaygım teslimata yetiştireceğim ürün değil de, kış olmadan budamayı unuttuğum ceviz ağacım olmalı.
Boynum masa başında fıtık olacağına, dizlerim dağlarda kireçlenmeli.
En azından buna değmeli...