20 Haziran 2017 Salı

Şehre Bir Gecelik Mola(03.06.2017)

Bu haftasonu için planım Eğriova göletinde abant alası avı ve yıldızlar eşliğinde güzel bir kamp gecesi yaşamak. Cumartesi sabah yola yalnız başıma çıkıyorum. Hedefim Beypazarı içinden geçip, Karaşar istikametine sapıp, sonrasında Eğriova yaylasına varmak. Tabi sabah yola çıktığımda benim düşündüğüm Eğriova göletinin gerçekte orası olmadığını bilemiyorum. İlerleyen saatlerde acı da olsa öğreneceğim. Haritalardan yaptığım keşfe göre Eğriova yaylasında bir gölet var. Bu gölete Orman Bakanlığının abant alası saldığını biliyorum. Fakat Eğriova yaylasına geldiğimde bir tabela görüyorum. Üzerinde Eğriova Tabiat Parkı 10 km yazıyor. Şaşkınım çünkü ben zaten Eğriova yaylasındayım diye düşünüyorum ancak asıl göl ve tabiat parkı daha ileride. Kısa bir süre sonra yolların bozuk olduğunu bile bile yola düşüyorum. Birkaç km daha gidiyorum fakat yol iyice çamurlu ve bozuk. Hyundai Getz ile devam edebilmem pek mümkün görünmüyor. Asıl Eğriova Göletine 5 km kadar kala vazgeçip geri dönüyorum. Sabah erkenden uyandığıma mı yanayım, 200 km yol yaptığıma mı yanayım yoksa vakti öğlen vakti yaptığıma mı yanayım? Çok mutsuzum ancak bugünü boş geçmemek adına rotamı Güdül'e ardından da Kızılcahamam Şahinler Tabiat Parkına çeviriyorum. Buraya geldiğimde hemen hemen akşam vakti girmiş durumda. Göle olta sallamaya başlıyorum. Gölde kefal olduğunu biliyorum. Bir iki deneme sonra güzel bir kefal geliyor. Alıkoymak ile koymamak arasında iken çok daha iri bir balık oltama yapışıyor. O kadar güçlü çekiyor ki olta kırılacak zannediyorum hatta. Kısa bir çekişmeden sonra hızlıca karaya çekiyorum.


Bu güzel balık beni öylesine tatmin ediyor ki hemen avı bırakıp balığımı yanıma, çantamı da sırtıma alıp biraz ormanda yürüyüş yapıyorum. Bir yandan da mantar arıyorum. Hedefim kamp ateşinde kefal ve kanlıca mantarı :) Kanlıca yılın bu zamanı aslında çok düşük bir ihtimal. Genelde eylül ekim aylarında çıkıyor. Fakat yinede şans denemek de hiç bir sakınca yok. Neticede mantar bahane, ormanda tek başına yürümek şahane!


Birçok farklı mantar çeşidi görüyorum ancak benim aradığım kanlıca veya çayır mantarından bulamıyorum. Neyse, en iyisi balığımı temizleyip yıkayıp çadırımı kurayım. Nede olsa az sonra hava kararmaya başlayacak. Parkın kuzeyine doğru mevsimlik ufak bir dere olduğunu biliyorum. Geçmişte bu civarda yürümüştük. Oraya gidip balığımı güzelce yıkayıp temizliyorum.


Çadırımı kuruyorum. Güzel bir kamp ateşi yakmak için biraz odun toplayıp ateşimi magnezyum çubuğum ve kuruttuğum huş ağacı kabuğu ile yakıyorum. Kefalimi direk közün üzerine atıp bekliyorum.(Etraftaki kampçılardan tuz ve baharat isteyip bir güzel soslamıştım) Balığım piştikten sonra bastıran yağmur yüzünden çadırıma çekilip yanımda getirdiğim domates salatalık ile yaklaşık yarım kilo olan bu güzel balığı mideye indiriyorum. Hemen ardından yağmur bir ara vermişken yanımda getirdiğim marşmelovları kamp ateşinde güzelce pişirip yiyorum. İlk defa tadına baktım bu güzel lezzetin. Daha önce birçok kez duymuştum fakat denemek bu sefer nasip oldu. Gerçekten çok lezzetliymiş! Ardından matıma uzanıp eşimi arıyorum. Biraz konuştuktan sonra az önce selamlaşıp ufak bir sohbet ettiğim bir diğer kampçı arkadaşın çadırına doğru ilerliyorum. İlk defa tanıştığım bu insan inanılmaz bir rastlantı sonucu şirket arkadaşım çıkıyor. Evet, aynı şirkette çalışıyormuşuz. Şaka gibi.. Bir iki saat boyunca Alp abi ile muhabbet edip çay içip, eşlerimizle bir gün birlikte kamp yapmak dileğiyle saati 10.30 yaptıktan sonra, çadırıma dönüyorum. Üzerimde inanılmaz bir yorgunluk var. Kısa süre sonra uykunun kollarındayım...

NOT: Gece iki gibi müthiş bir üşüme ile uyandım. Hava inanılmaz soğuk. Fenerimi alıp aracıma doğru yürüdüm ve montumu giydim. Bu şekilde çadırımda tekrar uyumayı denedim fakat nafile... Çok üşüyorum. Mecburen arabama dönüp klimayı açtım sabah beşe kadar bu şekilde uyuyup erkenden Ankara yoluna koyulmak zorunda kaldım...

Fotoğraflar: https://goo.gl/photos/bksFHQS5bK5LhqqP7

14.05 günü yaptığımız Bünüş yaylası, Aktaş vadisi yürüyüşünü nedense kaleme almak istemedim. Eşimle gitmek istemiştik fakat o sabah o çok kötü uyanınca ben tek gitmek zorunda kaldım. Galiba bu yüzden olmalı. Hem bu rotayı geçmişte bir kez daha yürümüştüm. Ama sessizliği ve katılımcı sayısının az olması sebebiyle en huzur bulduğum yürüyüşlerden birisiydi diyebilirim...

Fotoğraflar: https://goo.gl/photos/MrR9SR4GXGy8V8m26

Bir Alabalık Macerası Daha(07.05.2017)

Doğa yürüyüşlerinde tanıdığım Tuna kardeşimle hafta içi yaptığımız alabalık planı için pazar sabahı yola düşüyoruz. Hava durumuna göre bugün sağanak geçişler var, dün de bir hayli yağmur yağmıştı. Ama bu durum bizi hedefimizden şaşırmıyor. Daha önce hiç gitmediğim ama alabalık olduğunu tahmin ettiğim bir merayı Tuna'ya tarif ediyorum ve yaklaşık 2 saat süren yolculuğumuz neticesinde 1650 metre irtifada bulunan bir yaylada arabayı(Tuna'nın 4x4 aracına herhalde öylece araba diyip geçersem kırılır. Landcruiser tam bir canavar :)) bırakıp oltalara sarılıyoruz.

Dere ve orman bütünlüğü çok güzel görüntüler vadediyor. Etraf yemyeşil, hava mis gibi. Yerdeki otların üzerine geceden yağmış yağmurun bıraktığı pırıl pırıl damlacıklar efsane. Hele bir de daha günün başında gördüğümüz taze geyik dışkısı da günün ilerleyen saatlerinde "acaba görür müyüz?" heyecanı pompalıyor kanımıza. Yağmurlar iyi gitmiş olmalı ki salyangozlar da dev boyutlara ulaşmış

Dere hemen başlangıçta iki kola ayrılıyor. Ben ise daha kuvvetli olan koldan yukarı doğru devam ediyorum. Kah Tuna önümde, kah ben önde olta sallaya sallaya yükseliyoruz. Biz yükseldikçe dere daha çetin bir hal alıyor ve olta atmak bazı yerlerde pek mümkün olmuyor. Ancak bu noktalarda birçok şelalede görüyoruz.


Mevsimlerden bahar olması itibariyle derenin debisi çok yüksek ve kaşığı derede yüzdürmek pek mümkün olmuyor. Aslında bu koşullarda şansımız çok düşük. Bunu hemen ilk başta bir önceki başarısız alabalık avında edindiğim tecrübeden anlamıştım zaten. Çok yorulup acıkınca arabaya doğru dönüp birşeyler yemek için dönüşe geçiyoruz. Ancak dönüşü aynı rotadan değil, bir patikaya çıkmak ümidiyle dik bir rampadan yapıyoruz. Kısa sürede irtifa 1950 oluyor ve kar görünüyor. Ardından terkedilmiş eski bir yayla yolundan arabaya kadar mükemmel manzaralar eşliğinde yaklaşık 5 km kadar yürüyoruz...


Arabaya ulaştığımızda başka bir ekip görüyoruz ve o da ne! Onlar nasibini bulmuş. Bir adet dağ alası yakalamışlar bile. Hemde yasak olmasına rağmen canlı bir yem olan solucan ile! 


İlk defa bir dağ alasını yakından görme heyecanı ile hemen bir fotoğrafını çekiyoruz. Gerçekten çok canlı renkleri var, çok yakışıklı. Oltamıza uzun bir süre alabalık vurmaması Tunayı derede alabalık yok diye ikna etmek üzereyken, bu karşılaşma ile kendimi aklıyorum:) Daha da hırslanıyoruz ve benim bildiğim başka bir dereye gitmeden önce bir yemek molası veriyoruz. Tuna müthiş bir sebzeli kuzu kavurma yapıyor ve iki kişi hemen hemen bir kilo eti gömüyoruz:)

Ardından gittiğimiz derede de saatin geç olması sebebiyle pek bir atış yapamadan Ankara yolunu tutuyoruz. Bir başka gün, havaların ısındığı ve derenin çekildiği bir dönemde kamplı bir etkinlik yapmak üzere sözleşiyoruz...