Bir günde tam 270 km yolculuk, yaklaşık 16 km yürüyüş. Gün sonunda su toplamış yaralı ayaklar. Üstelik sadece bir çeyrek peynir ekmek arası yolluk ile... Hepsi tek bir şey için...
Alabalık aşkı başkadır. Size doğayı keşfetme fırsatı sunar. Hayatın, varoluşun amacını sorgulatır. Sabrı öğretir. Doğa anayı sevdirir. Bazen korkutur bazen yalnızlaştırır ama sonunda mükafatını en güzel haliyle sunar...
Yaşadığı yerler güzel, içtiği sular güzel, kendisi güzel, benekleri güzel... Dağ alası, kırmızı benekli, ne dersen...
Çok uzun bir süreden sonra sonunda elime alabildiğim nadide canlı...
Avlağıma vardığımda baraj inşaatının hız kazandığını ve yolu kapattıklarını görünce müthiş bir hayal kırıklığı yaşadım. Ancak 135 km boşuna mı gelmiştim? Tabi ki hayır. Planım biraz sekteye uğrasa da arabadan inip yürüme kararı aldım. Azim yapmışım, kararlıyım. Yaklaşık 2-3 km yürüdükten sonra sola, ormanın derinlerine saptım.
Kimsecikler yok. Vakit 8-9 civarı, artık balık için verimli saatler kaçıyor. Bir an önce takımları hazırlayıp atışlara başladım. Yarım saat sonra ilk gölette takip ve vuruş almama rağmen boş geçtim. Üstelik bir tanesi oltama yakalanmıştı bile. Ben onu karaya çekemeden, o iğneden kurtuldu. Tam bir hayal kırıklığı, inanılmaz bir duygu. Tam da bu kadar yaklaşmışken...
Bu avlakta baharda sular çok çağladığı için balık yakalayamamıştım. Daha doğrusu 100 metre arayla iki ayı izi gördüğüm için korkup devam edememiştim. Ama artık umrumda değildi. Alabalık avcısı vahşi hayattan korkmamalı, biraz da risk almalı diyerek derenin tersine yürüyorum. Yürüdükçe atış yapıyorum ama nafile. Cam gibi berrak suyun altında balıkları görüyorum ama bazen takip edip bazen de sallamıyorlar kaşığımı. Moral bozmak yok, bugün kesinlikle bir tane yakalayacağım, bu güzel canlıyla tanışacağım derken bir anda bir kayadan diğerine atlarken ayağım kayıyor ve ben bir anda derenin içinde buluyorum kendimi. Baştan aşağı sırılsıklam olmuşum artık, ama Allahtan telefonuma birşey olmuyor. Moralim işte şimdi altüst. Karnımda çok aç. Saat hemen hemen 12.00. Vakit ne de çabuk geçti. Yaklaşık 6 km yürümüşüm bile. Sandviçimin yarısını arabada unuttuğum için kendime çok kızgınım ama yapacak birşey yok. Artık arabaya yürüyemem, çok uzak. Kendime bir sınır koydum ve o bölgeye kadar avlanmaya devam edeceğim dedim ve sırılsıklam bir şekilde olta atmaya başladım. Bir yandan da açlığımı bastırabilmek için yol boyunca gördüğüm ahududu(frambuaz) ve dağ çileklerini yiyip durdum. İnanılmaz lezzetliler fakat alabalık yakalayamamak içime oturuyor. Aklım hep orda...
Nihayet güzel bir şelaleye geliyorum ama hiç vuruş yok.
Artık 1600 rakımdayım ve yine güzel bir şelale. Atmaya başlıyorum. Birincisi boş, ikincisi boş, üçüncüsü boş. Takip veya vuruş yok.
Bide şöyle çapraz atayım diyorum, o da ne? Oltam taşa mı takıldı yoksa bu o mu? Bir anlık heyecanla çok hızlı bir şekilde asıldığımı hatırlıyorum. Normalde tasmalama yapmak gerekir. Ama nafile. Aklım yerinde mi sanki. Sonra çekmeyi bırakıp ani bir şekilde kamışımla balığı yukarı kaldırıp karaya çekiyorum. Müthiş bir duygu, inanılmaz bir heyecan. İşte o, dağların prensesi...
Bol bol fotoğraf çekip, video aldım. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Üstelik balık 20 cm olmamasına rağmen kendime bir daha yapmayacağım diye söz vererek alıkoydum. Hızlıca dönüş yoluna geçtim. Dönüşte buz gibi dereye girip ferahlayarak, ve çamaşırlarımı dışarıda kurutarak mutluluğumu pekiştirdim. Dereden çıkıp kurulanmayı beklerken çamaşırlarımda çoktan kurumuştu. Ne de olsa yaz güneşi vardı. Yol boyunca karıma dağ çileği toplaya toplaya arabaya gittim. İnanılmaz yorgundum. Üstelik ayağımda çorap olmadığı için, ıslanan ayakkabı her yerime vurmuştu. Ayağımda 4-5 yer kanıyordu. Dağ çilekleri toplarken de bir sürü ısırgan değmişti tenime ama kimin umrunda...Keyfim had safhadaydı. Bir kez daha doğa anaya bana bugün verdikleri için şükrettim. Geri dönüş yolculuğuna geçtim ve güzel kuşları seyrede seyrede evime vardım.
Tanrı doğayı korusun.
Fotolar: https://goo.gl/photos/m1Hud1E4g6N8sXnu8
Hocam hemen hemen tüm yazılarınızı iştahla okudum. Hatta birçoğunda kendimi buldum diyebilirim. Ben de küçüklüğümden beri balık tutmaya ve doğaya düşkünümdür ama yaklaşık son 8 yılda daha ilerlettim, son 3 yılda da hemen hemen tamamen alabalığa odaklandım diyebilirim. Çoğu zaman balık olarak elim boş dönsem de, onların yaşadığı çevre, sular, kuş sesleri bana yetiyor. Son birkaç aydır da mantar için hazırlık yapıyorum, bu sene mantar da araştıracağım. Aynı düşüncede insanlar bulmak güzel, Ankara'da olduğunu bilmek de daha güzel. Dilerseniz ilerleyen zamanlarda tanışıp, beraber de organizasyon yapabiliriz. Yakın yerlere ben de genellikle tek başıma gidiyorum. Kafalarımız uyuşursa beraber gidebiliriz. Facebook adresim https://www.facebook.com/serkan.atalay.35 bu adresten irtibata geçebiliriz.
YanıtlaSil