Ailemizin en minik üyesi yaklaşık bir yıl önce aramıza katıldı, adı Deniz Alp.
Masmavi kundağında yatan bir nur topu, 3 kilo ağırlığında.
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman çocuklar doğdu Ukraynada.
Sarı ayçiçeğine benziyorlardı. Putin kesti onları.
Gittiler ana sütüne bile doyamadan.
Evet, son yazımdan 1 ay sonra oğlum dünyaya geldi. Sanırım o yazımda eşimin hamile olduğundan bahsetmemişim. O sıralar Rusya, Ukrayna'yı işgal etti ve savaş başladı. Yaklaşık 1 yıldır sürüyor. Bir çok canlar feda edildi, savaş çok yıkıcı oldu ama ne yazık ki devam ediyor. Savaş benim ülkemde olmuş olsa, belki de yukarıda -birazcık değiştirdiğim- Nazım Hikmet'in şiirindeki hakikati biz yaşayacaktık...
Bu bir yılda neler mi oldu? En kötüsünden başlıyayım. Kayınbabamın ameliyatından sonra kanser olduğu ortaya çıktı, akciğer kanseri. Çok hızlı bir şekilde yatağa düştü ve şu an kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda. Ona kayınvalidem bakıyor, eşim elinden geldiğince orada olmaya çalışıyor ama elden de bir şey gelmiyor. Sürecin nasıl ilerleyeceği az çok belli ama insan yine de umudunu kaybetmiyor. Zaten umudumuzu kaybetsek geriye neyimiz kalır?
Gündelik koşturmacamız da devam ediyor elbette. İki çocuklu ebeveynler olarak bu süre zarfında çok zor günler geçirdik. Mesela ilk aklıma gelen Deniz Alp'in abisinden dolayı çok fazla hasta olması ve 2 gün hastanede yatışımız var. Çok şükür şu an sağlıklı ve durmadan büyüyor. Ali Yaman onu çok kıskanıyor ve hırpalıyor(bundan ötürü bizden ciddi tepkiler de gördü) ama o da bir şekilde yolunu buluyor. Her şeye rağmen çok iyi bir abi, hep de böyle olur umarım. Bizim olmadığımız zamanlarda bile hep yan yana olup birbirlerini koruyup kollasınlar isterim, ömür boyu. Haliyle zaman su gibi geçiyor, yakalamakta zorlanıyoruz. Bu anların telaşıyla onların güzel gülüşlerinin tadına varamadan içimizdeki endişe, kaygı, korku, yorgunluk; kısacası karışık duygularla hep günü kurtarıyoruz. Akşam olsa da çocuklar uyusa, şöyle olsa da bir otursak derken sanırım yaşadığımız anın, yani mutlu olabileceğimiz tek zaman diliminin büyüsünü kaçırıyoruz. Umarım bir gün karı koca olarak bunu tersine çevirebiliriz. Yıllar sonra bu cümleleri pişman bir şekilde okuyor olmamak dileğiyle...
Bu arada iş değiştirdim ve biraz da zorlandım açıkcası. Eski alışkanlıkları, arkadaşları ve düzenimi bırakmak kolay olmadı. Ama maddi anlamda hepimiz için en iyisi buydu.
Sıra güzel habere geldi. Geçen sene yaz ortasında dağ evimizin ilk temellerini atmak üzere bir firmayla sözleşme imzaladık, ev masif ahşap ve teras dahil yaklaşık 70 m2 olacaktı. Sonunda başardık. Ekim başında inşaat başladı ve kısa sürede bitti. Akabinde iç montajı devam etti ve şu an herşeyi bitmiş durumda. Elektrik ve su bağlandığında herşeyimiz hazır. Tabi içini de düzmemiz gerekecek. Kış bitmeden en azından bir soba ve bir köşe takımı koyup bir gece kalmayı planlıyoruz, umarım yetiştirebiliriz. Bu tatlı koşuşturmacalar haliyle bize çok iyi geliyor. Çocuklarımızla orada çok güzel anılar biriktireceğiz, inanıyorum. Şehirde kaybettiğimiz bir çok şeyi orada bulacağımıza eminim. Belki bir kuş cıvıltısı belki koca bir leyleğin kanat sesleri belki de çam ormanlarının keskin reçine kokusu. Belki sadece sessizlik ve sükunet.
Şu an eşim ve oğlanlar İnegölde. Ailem Malatyada, yaklaşık 45 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan depremin etkisiyle harap olmuş hayalet bir şehirde yaşamaya devam ediyorlar. Çok şükür onlar iyi ve sağlıklı, ben ise yalnızım ama mutluyum. Bugün dağ evinde biraz çalıştım, bir hayli yoruldum ama orada olmak bana huzur veriyor. İyi hissediyorum. Kısmetse Mart ayı içerisinde ağaçlarımızı da dikeceğiz. Sonra hep beraber onların büyümesine ve yeşermesine eşlik edeceğiz. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...
Haftaya küçüğümün 1. yaş günü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder