20 Nisan 2025 Pazar

Eski Bir Dostu Ziyarete Gidiyorum

Eski bir dostumu ziyarete gidiyorum ancak, şimdiden ayrılık korkusu sardı bile. Sadece birkaç gün sürecek ama dolu dolu vakit geçireceğimizi biliyorum. Sonrası mı?  Benim aklım hep onda kalacak ama o beni gördüğünde bile hatırlamayacak, daha onunlayken bile unutacak. Oysa geçmişte beraber geçirdiğimiz beş gün kısa da olsa, yedi yıllık bir mazimiz var.

Tam yedi yıl önce bu günlerde tanıştığımız, beraber geçirdiğimiz kısıtlı birkaç günde bile bütün güzelliğini benimle cömertçe paylaşan bir dost. Tüm cazibesi de buradan gelmiyor mu zaten? Hep veren el alan elden daha üstündür derler. Sanırım o, hiç aklımdan çıkmamayı sonsuz bir verici olarak başardı. 

Likya...

Akdeniz doğası ve onun eşsiz bir temsilcisi olarak Likya. Dağlarla iç içe geçmiş, kadim bir medeniyet. Benim içinse kadim bir dost.

Aklıma bu fikir düştüğünden beri içimde bir şeyler yeşeriyor. Uzunca bir süredir algılayamadığım hisler ve iç kıpırtısı. Sanki yaşamanın farklı bir anlamı daha oldu. Büyülü bir yolculuk. Kendimle ve doğayla baş başa kalma fikri. Aklımdakiler, iyi veya kötü tüm düşüncelerim, sorularım, geçmişim, geleceğim, iç dünyam ve ben. Dalgın yürüyüşlerim arasında kendime ve kısacası öze dönüş. Aynı zamanda karanlığımın, savaşlarımın ve korkularımın dünyasına atılan bir adım. 

Çocuklarımla beraber büyümek o kadar güç ki, her gün yeni bir telaş yeni bir savaş ve bu koşturmaca içerisinde kendini, ne yaptığımı ve nereye gideceğimi bilmeden geçen bir hayat. Eskiden en azından direksiyondaki bendim ancak şimdi arka koltuktayım ve nereye gideceğimi bile bilmiyorum çoğu zaman. Sanki ben, ben değilim, sadece bir baba ve bir kocadan ibaretim. Yapması gerekenler içerisinde kaybolmuş, kendisinden talep edilenleri vermekle yükümlü, öz benliğini kenara kaldırmış bir adam. Ama en azından bu konuda farkındalığımın olduğunu biliyorum ve bu beni içten içe mutlu ediyor. Akıntının içerisinde savrulduğumun farkındayım. Oğlanlar büyüdükçe kendime vakit ayırabileceğimi ve sonra kıyıya çıkıp dinlenebileceğimi biliyorum. Onlarla beraber dağ evi yolculuklarımız da beni iyi hissettiriyor aslında ama sanırım benim asıl istediğim şey bazen biraz yalnızlık, sessiz bir ev ve özel zamanlar. Kafana göre takılabilme arzusu aslında. Biraz sanat ve edebiyat. Belki biraz aylaklık ve özgürlük.

Dün, planladığım Likya yolculuğum için biraz özgürlük satın aldım. Verdiğim paraya da hiç acımadım. Hiç giyilmeyecek kıyafetler, sadece birkaç kere kullanılacak eşyalar alan, haz peşinde koşan o kalabalığın aksine benim alışveriş merkezinde daha ulvi bir görevim vardı. Para karşılığı özgürlük.


Ekipmanlarım neredeyse tamam. Birçok şeyi düşündüm ve planladım bile. Aslında ihtiyaç gibi görülen ve gerçekte ihtiyaç olmadığına emin olduğum şeylerim bile tamam. Sırf daha konforlu bir yürüyüş yapabilmek adına. Doğrusu insan hiç ekipmanı olmadan çırılçıplak bile yürüyebilir ve yaşayabilir o topraklarda bu mevsimde. Hem yüzyıllar önce de öyle olmadı mı zaten? Ama artık medeni bir topluma dönüştük ve yanımızda cep telefonu, kablolar, bir şarj istasyonu ve daha niceleri olmak zorunda. Hayatı kolaylaştırdığını ve güzelleştirdiğini inkar etmiyorum aslında, ama getirdiklerinin yanında götürdükleri de var.

Bu kadar sıkı bir planlayıcı da değilimdir. Hayatını ve adımlarını ilmek ilmek belirleyen davranışları ve insanları da sevmem. O yüzden bu hazırlık aşamasını çok da fazla düşünmek ve kurgulamak peşinde değilim. Aşırı düşünmek ve adım adım her şeyi öngörmeye çalışmaktan kurtarmaya çalışıyorum kendimi bu sıralar. Ne demiş şair: "Çok düşünmenin bir ceza olduğuna inanırım ben". Ama sanırım kişilik ve mesleki olarak o yöne biraz daha meyilliyim. Bunu aşabilmek için uğraşıyorum. Önce bir yola çık, sonra o senin gidişini belirleyecek zaten diyorum kendime. Beklemediğin veya planlamadığın sürprizlerle karşılaşınca çok daha anlamlı ve derin olmuyor mu yaşamak zaten? Hayatın anlamı da burada gizli. Birkaç gün sonra ne olacağını bilememenin gizemidir güzel olan. Her gün neler yaşayacağını bildiğin için kaçmadı mı bu hayatın büyüsü? İş, ev sonra tekrar iş ve yeniden ev. Tamamıyla birbirinin aynısı olarak geçen günler ve günden güne azalan içindeki heyecan. Yok, artık yapmayacağım, en azından bu macera için. Bu yüzden daha etkileyici gelir bana böyle yolculuklar. Nerede uyuyacağımı, nelerle karşılaşacağımı, nasıl hislerle uyanacağımı bilmemek duygusu. Unutsak da hayat denen şey de bir yolculuktur zaten. Üniversite için farklı bir şehre olan yolculuğum da evlilik yolculuğum da böyle olmuştu ve nefesimi kesen anılarla dolu birçok yeni ilki bu şekilde tatmıştım. Seçtiğiniz güzergahlar ve size denk gelip de tanıştığınız insanlar güzelleştiriyor bu yolculuğu. Öylece oturup başınıza bir güzellik gelmesini beklemek tamamen ahmakça değil midir? Sen adım atıp yola düzülmediğin sürece hiçbir şey seni bulmayacak. İyi veya kötü...


Çok düşünmenin bir ceza olduğuna inanırım ben. Naif insanlar belki de bu cezayı en çok çekenler olabilir. Naif olmak bir değer olmalıydı oysa... Ama naif kim varsa mutsuz hüzünlü ve melankolik. Hasılı zerre zerre aldı benden her ne varsa.. Geç de olsa anladım, Eşkiyadır bu dünya.

Turgut Uyar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder