Birinci Bölüm
Fotokapan ile ilk maceramızdan sonra heyecanla bir sonraki yürüyüşümüze kilitlenmiştim. Zati abi'nin Kaletepe yürüyüşünün ardından açtığı yürüyüşe yeterli katılım sağlanamayınca yürüyüş iptal oldu. O hafta zaten benim de işim vardı. Bir sonraki hafta ise yaklaşık 10 kişinin katılımı ile yürüyüşümüzü yaptık. Bu sefer grubumuza ilk defa katılan Eren arkadaşımız da vardı. Kendisi Ankaralı fakat Kastamonu'da görev yapıyor, memur olarak. Bir şekilde iletişim bilgimizi bulmuş ve bize bu yürüyüşümüzde o da eşlik etti. Daha önemlisi, uzun bir süreden sonra ilk defa biricik eşim Dilek de yürüyüşe geldi. Kendisine yürüyüşlere gelmesi için ısrarcı olmuyorum fakat bu sefer kendisi gelmek istedi, bende çok sevindim.
Bugünkü rotamız tarihi Mahkemeağacın köyü. Bu köyün erken Hristiyanlık dönemini de içine alan kıymetli bir tarihi var. Bunu köydeki mağaralardan ve manastırlardan anlıyoruz. Peri bacaları tarzı tüflere oyulmuş bu manastırlar ve odacıklar şu ana kadar gayet güzel korunmuş. Korunması ise bizim çabalarımızdan değil aman yanlış anlamayın, köylü zaten buraları samanlık olarak yani depo olarak kullanmış yıllar boyunca. Dolayısıyla bu tarihi yapıların sahipleneni olunca, bir şekilde buraya kadar bozulmadan gelebilmiş. Köye ilk gidişimizde değil de, iki hafta sonraki yürüyüşümüzde gezdik bu tarihi yapıları. Zati abi detaylıca tarihlerine değindi. Erken Hristiyanlık döneminde Romalıların zulmünden kaçanlar bu vadiye sığınmış, tarım yapmışlar. Vadinin iç kısımlarında, köyden uzak taraflarda yabani üzüm asmaları görülüyor. Bunların da o dönemden kalan ağaçların genç bireyleri olduğu söyleniyor. Besbelli bu ağaçlar insan eli ile getirilip dikilmiş. Kim bilir ne kadar şaraplar yapılıp içilmiştir bu güzel ağaçların lezzetli üzümlerinden. Ne düğünler, ne eğlenceler düzenlemiştir burada eski insanlar...
Ben bugün ilk defa bilgisayarımı da yanıma aldım. Fotokapan önünü yemlemek için kullanacağımız sakatat ve kemik suyunu da düşünürsek çantam bir hayli ağır. Zaten bende bunu istiyorum çünkü kondisyonumun gelişmesi benim için çok önemli. Mahkemeağacın vadisinden bu bölgeye özgü olan balıkçıl kuşlarının ve ilk defa gördüğüm kara çalı bitkisinin hikayesini dinleyerek yükseliyoruz. Kah sağımızda kah solumuzda aheste aheste akan ve ileride Kirmir çayına kavuşma arzusuyla coşan berrak derenin güzelliği de cabası. Meşelik tepelerin ardından çam ormanlarına doğru gittiğimizi biliyorum. Buraya gelmeden önce haritadan bir hayli incelemiştim. Neden bilmem ama hep çam ormanlarında yürümeyi daha çok sevmişimdir. Bana daha gizemli ve huzurlu geliyor. 1450 metrelere ulaşıp tepenin kuzey yamacına gelince çam ormanı başladı, üstelik burada ufak bir su birikintisi de var. Ancak donmuş, yerde de 10 cm kadar kar mevcut. Çam ormanı içerisinde çok güzel bir açıklık olduğu için Zati abi fotokapanı buraya kurmak istiyor. Ben ilk önce çok ayakaltı olduğunu düşünmüştüm fakat sonra burada fotokapanın görüş açısının çok iyi olacağını anlayıp mantıklı olduğuna kanaat getirdim. Açıklığın ortasındaki minik çam ağacına fotokapanımızı kurduk ve ilk denemeyi önünden geçerek biz yaptık. Gerçekten bu sefer açısı müthiş!
Artık önünü de yemledikten sonra oradan ayrılma vakti. Yanlış hatırlamıyorsam 2 gibi buradan ayrıldık ve aşağılarda Abacı mahallesine doğru yürüdük. Servis bizi bu mahallenin girişinde bekliyordu.
Bir üşüyüp bir sıcaklayarak toplamda 10 kilometreye yakın yürüdük. Yukarılardan Doğanözü barajına doğru mükemmel manzaralar izledik. Gölgelerde ve rüzgar esince çok üşüyüp montlar giydik ancak güneşe çıkıncada çok sıcaklayıp montlar çıkardık, çokca sefer! Bu kış biraz ilginç geçecek besbelli dedik...
Artık fotokapan görüntülerini bekleme vakti...
Fotoğraflar
Wikiloc
İkinci Bölüm
Bir hafta sonra yılbaşı olduğu için yürüyüş düzenlemedik. Hem 2 hafta kadar beklememiz görüntü birikmesi için de daha iyi olacaktı. Bu vesileyle, ilk rotadan biraz farklı olarak Başören Köyünden Mahkemeağacın'a yürüdük bu sefer, 07.01.2018 günü. Hiç kar görmediğimiz güllük gülistanlık bir gündü. Belki de bu coğrafyada böyle birşey yıllar sonra ilk defa görülüyordu. Bir süredir biz de Ankara'da bu kışın hiç kar yağmadığını ve havaların hiç soğumadığını konuşur olduk. Bu yürüyüşümüzde anladık ki bu rakımda bile kar yok. Küresel ısınmanın etkileri çok korkutucu bir şekilde kendini gösteriyor. Sonumuz hayrolsun...
Bugün görüntüleri toplayacağız diye çok heyecanlıyım ama bir o kadar da gerginim. Sanki yine bir aksaklık olmuş da hiç görüntü alamamışız gibi geliyor bana. Kafamda kötü düşünceler: Meğer son dakikada cihazı açmayı unutmuşum. Herkes karşısında nasıl bir konuma düşerim? Bilemiyorum, umarım öyle olmamıştır veya gittiğimizde cihaz yerinde yoksa ne yaparım. O kadar para topladık herkesten...
Bu düşüncelerden biraz kurtulduktan sonra kendimi doğa ananın kucağına atıyorum. Başörenden tırmanışa başladıktan az sonra yaşlı karaçam ormanlarına giriyoruz. Ormanda yürüyüş çok rahat, ağaçlar aralıklı ve koku muhteşem. Zemindeki taşlardan fışkıran yosunlar yeşilin her tonunu vadediyor. Bu ormanı nedense bir çıt daha fazla sevdim, galiba sizler de fotoğrafları görünce aynı şeyi düşüneceksiniz.
Hafif bir yanlış yöne sapmadan sonra GPS'den doğru yönü bulup oraya doğru yürüyoruz. Sık sık domuz dışkısı görüyoruz, burada büyük bir sürü var ise kesin fotokapanımıza yakalanmışlardır. İleri de ise karaca yatağı görüyoruz. Karacalar yere uzanmadan zemini bir miktar temizleyip, normal toprak görününce üzerine uzanırlarmış. Bu durum o kadar net ki, bu bölgede karacaların olduğunu düşünmek işten bile değil. Belki o da kadrajımıza girer, kim bilir. Heyecan dolu birkaç saat yürüyüşün ardından kuzey istikametinden fotokapanımızın olduğu açıklığa çıkıyoruz. Artık bundan sonra görüntülerimizi inceleyip, yemeklerimizi yeyip, hoş sohbetler edip meşelik alandan yürüyüşe devam edeceğiz...
Grup üyeleri ile son kez fotokapan önünde poz verip cihazın depolama birimini bilgisayarıma bağlıyorum. Zati abi, ben ve Dilek heyecanla monitöre bakıyoruz. Dileğin de bu kadar heyecanlı olacağını düşünmemiştim gerçekten, o da en az benim kadar heyecanlı. Bilgisayar ise bir türlü açılmıyor, çok yavaş. En son nihayetinde ilk videoya tıklıyorum. Tamamen karanlık. Parıl parıl parlayan gözler var sadece. Ayı mı?
Bu ilk videoda ayı gördüğümüzü zannediyoruz ama bu büyük bir domuz sürüsü :) ve sonraki video yine domuz, sonra yine domuz... İlk gün gelip bütün sakatatları yemişler. Ertesi günler kuzgun ve tavşan girmiş kadraja.
Ve asıl önemlisi... Kurt gelmiş...
Hemde iki kere.
Ekip resmen mutluluk sarhoşu. İlk videoyu açtığım andaki Zati abinin haykırışı ise halen kulağımda. Gerçekten çok güzel ve özel anlar bu hayvanlara tanıklık etmek, orada bir yerlerde yaşadıklarını ve sağlıklı bir şekilde çoğalıp büyüyebildiklerini, birer anne ve baba olabildiklerini görmek, hissetmek. Gerçekten büyüleyici. Üstelik onca engele rağmen, insanoğlu gibi acımasız bir avcıya rağmen...
Lokantada ve sonrasında eve gelince de heyecanla tüm videoları taradım, birkaç kez domuz sürüsü, günlerce ziyaret eden kuzgunlar, iki tane tavşan ve kurt... Görmeyi çok istediğim o gizemli kediye ait hiçbir iz yok... Muhtemelen böyle açık bir araziyi zaten tercih etmeyecekti...Ama onu bir gün görüntüleyeceğimi bilerek, hissederek beklemek bile güzel. Sabırla beklemek. Ancak o zaman onu gördüğümde kıymetini anlarım belki de.
Doğa insana beklemenin bile güzel olacağını öğreten mükemmel bir öğretmen. Aynı aşk gibi değil mi? Nazlı bir güzelin bir gün kapınızı çalacağını bilerek beklemek...
Fotoğraflar
Wikiloc
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder