16 Aralık 2018 Pazar

Bir Tutkudur Alabalık

Bu sene sezon başlamadan birçok kez Abant Alası planları yapmıştım. Hatta kamplı bir etkinlik yapıp iki gün avlanabilirdim. Ancak kamp nasip olmasa da balık avı nasip oldu. Günübirlik iki kere Abant'a gittim. İkisinden de eli boş döndüm.  İlk gidişimde karlar daha yeni eridiği için göldeki balıklar henüz canlanmamıştı. Kaşığıma vuruş dahi alamadım. Abant'ta kaşık pek çalışmıyor. Birkaç olta ile alabalık toplarıyla dip takımı yapıp beklemek gerekiyor. Etrafımda dip takımıyla, yasak olsa dahi canlı kurt ile avlanan kişilerde hiçbir şey yakalayamamıştı. İkinci gidişimde artık havalar biraz daha ısınmıştı ancak ne yaptımsa da yine bir alabalık kandıramadım. Kurşunlu dip takımına da balık takılmadı. Göl etrafında biraz keşif yapmaya çalıştım ancak bir balık hariç kimse de birşey göremedim. Galiba bu göl bilinçsiz avcılar yüzünden kurumaya yüz tutmuş. Bu sebepten her yıl binlerce yavru salınıyor fakat verim yine de çok düşük.

Tabi bu dönemlerde eski göz ağrım Köroğlu deresine de uğradım ancak orada dahi hiçbir vuruş ve takip alamadım. Buranın da bilinçsiz ve fazla avlanmaya maruz kaldığını düşünüyorum çünkü Kartalkaya yolu üzerinde, ulaşımı çok basit. Hem İstanbul'a hem Ankaraya yakın. Hem az aşağısında da baraj yapılıyor. Birçok etken var. Artık burada soylarının birkaç yıl içinde tükeneceğini düşünüyorum.

Ağustos ayında ise günübirlik Yedigöller'e uğradım. Burada verimin düşük, balıkların çok nazlı olduğunu biliyordum ancak yine de gitmek istedim. Büyük Göl de birçok kefal var ancak kaşığa gelmiyorlar. Kaşık suya düşer düşmez korkudan etrafa kaçışıyorlar. Bir alttaki küçük gölde ise avlanmak yasak olduğu halde bir iki kez güvenlik güçlerine yakalanmadan atış yaptım. Burayı görür görmez içinde alabalık olduğunu anlamıştım. Günün ilk saatlerinde hareketlenmeye başlamışlar, yüzeydeki sineklere çıkıyorlardı. Çok güzel görüntüler sundular bana. Hem oltamda hem de gölün üstünde. Bir hayli ufak oldukları için fotoğraflarını çekip yaşama alanlarına geri iade ettim.



Sonraki haftalarda arkadaşım Tuna ve onun bir arkadaşı ile Mengen Hızar Deresine doğru yola çıktık. Karaca Göleti diye bir göl duymuştum. Yerini belirlemek bir hayli zor oldu ancak yürüyüş yapan bir kişinin koordinatlarından buldum. Arabam patika yoldan çok fazla çıkamadı. Risk almamak için aracı park edip yürümeye karar verdik. Az sonra bir orman köylüsü tarafından traktöre davet edildik. Römorkunda sarsıntılı ama keyifli dakikalar geçirdik. Tarif ettiğimiz gölü hemen tanıdı ve bizi orada bıraktı. Göle ilk gittiğimde hemen hayal kırıklığına uğramıştım. Çünkü suyu azalmış ve yosunlar, ağaç dalları bir hayli çoğalmıştı. Burada kaşık sallamak biraz zor olacaktı ancak hemen denemeye başladık. Biraz denedikten sonra diğer oltamı çıkarıp dip takımı yapmaya karar verdim. ancak onu kuralı yarım saat olmamıştı ki Tuna ve arkadaşı vazgeçip yürüyüş yapmak istediler. Pek istemememe rağmen çoğunluğa uymak zorunda kaldım. 4-5 km yürüyüş yaptıktan sonra arabaya döndük ve Ankaraya dönüş yolunda onları Şahinler Tabiat Parkındaki göle götürmeye ikna ettim. Çünkü göl çok verimliydi ve en azından burada oltamıza tatlı su kefali takılırsa biraz heyecan yaşarız diye düşünmüştüm. Gerçekten de öyle oldu neredeyse on onbeş adet balık yakalayıp saldım. Bir iki tanesini alıkoyduk ancak pişirip yemek nasip olmadı.

Bu şekilde bir iki alabalık denemem daha oldu Kızılcahamam da ve Çamlıdere civarında. Her seferinde eli boş döndüm. Ufak derelerde kırmızı benekleri görmeyi umut ettim ama başarısız oldum. Benim için kötü bir sezondu. Sonbahar geldikten sonra hiç avlanamadım. Bahar ayını beklemekten başka bir çarem kalmadı. Umarım yeni sezon daha verimli geçer. Bu sezon pek verimli geçmedi belki de önceki kış ayı hiç kar yağmadığı için olabilir diye düşünüyorum. Ben balıkların az olmasını buna yoruyorum. Mevsimler değiştikçe hayvanlar uyum kurmakta güçleniyorlar elbette. Belkide yanılıyorumdur.

Her neyse, alabalık bahane, doğada vakit geçirmek şahane. Balık avlarken yemyeşil ormanda bulunmak, kuş cıvıltıları eşliğinde vakit geçirmek anlatılmaz sadece yaşanır. Bazen güzel böğürtlenler veya dağ çilekleri tatmak bile bütün gün uğraşıp balık avlayamama hüznünü aniden silebiliyor. Adeta bir ruhsal yenilenme yaşıyoruz doğa ananın kucağında...

Seneye güzel balıklar yakalamak dileğiyle. Rastgele...





2 Aralık 2018 Pazar

Fotokapan Denemelerim

Likya yolu maceralarımızdan sonra fotokapan çalışmalarına hız verdim. Fotokapanı kendim kurmalıydım çünkü grup olarak uzun süredir yürüyüş yapmıyorduk. Uzun araştırmalarım sonucu fotokapanı Kızıl Geyik görmek ümidiyle Çamlıdere civarına kurmayı planladım. Bu bölgede geyik olduğunu biliyorum zira kendi arsamı satın alırken konuştuğum bir yerli buranın çok doğal ve yaban hayatı açısından canlı olduğunu, sık sık geyik görebildiklerini söylemişti. Bozayıların da bol olduğunu sözlerine ekleyerek devam etmişti, angutların, leyleklerin göç yolunda bulunduğunu, bahar aylarında binbir çeşit kuşa ev sahipliği yaptığını hatta nesli tükenme tehlikesi altında olan kara akbabanın da buraları mesken edindiğini söylemişti. Geçtiğimiz yıl ise Avdan köyü yolunda bir arkadaşının gece önüne aniden çıkan vaşağa çarptığını ve Orman Bakanlığı'ndan gelen yetkililerin telef olan hayvanı aldıklarını söylemişti. Herhalde böyle hayvanların içini boşaltıp müzeler için dolduruyorlar diye düşünmüştüm. Mesela Abant Gölü Tabiat Parkı'nda bulunan müze ölü hayvanların içi boşaltılıp doldurularak kurulmuş çok gerçekçi bir yaban hayatı müzesidir. Görmenizi tavsiye ederim.

Neyse, sadede geleyim. Mayıs ayında eşimle Çamkoru Tabiat Parkına gittik ve dönüşte fotokapanımızı Avdan Köyü arkasındaki ormanlık alana bıraktık. Birazda bozuk balık serpiştirdik. Gayet güzel bir patikaydı ve dibine kadar arabayla rahatlıkla gidebilmiştik. 20 metre kadar içeri yürüyüp fotokapanı kurduk. Yaklaşık 3 hafta sonra görüntüleri almaya iş yerinden arkadaşım Onur ile gittiğimizde bölgeye çok fazla yağmur yağdığını ve patikanın çamur olduğunu gördük, arabayı riske atmadık. Ana yolda arabayı bırakıp yaklaşık 4 km içeri doğru yürüdük. Bir yandan da mantar bakmaktı amacımız ancak bulduğumuz mantar türleri yenebilir lezzetli mantarlardan değildi. Mantar açısından kötü ancak fotokapan açısından verimli bir gün olacağını nereden bilebilirdim. Fotoğraflara orada hızlıca göz gezdirdik ve kurt ayı domuz ve kızıl geyik fotoğrafları gördük. Kızıl geyik bir anneydi ve iki de yavrusu vardı. İnanılmaz bir görüntüydü ve o an büyülenmiştim. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Herşeye rağmen, insanoğlunun tüm kötü uğraşlarına rağmen oradaydılar. Sağlıklı bir şekilde üreyip çoğalabiliyorlardı. Keşke erkek geyik de görebilseydik, ihtişamlı boynuzlarını seyredebilseydik ancak buna da şükür. Her şey yolundaydı. Eve mutlu mesut döndüm ve görüntüleri yürüyüş grubumuzla paylaştım. Hemen herkes en az benim kadar sevindi. Mükemmel bir gündü...

Vaşak ile randevumuz yine bir sonraki sefere kalmıştı. Bana yine kendini göstermemişti. Ama olsundu. Kızıl geyikler ve yakışıklı ayı bana yetmişti. Belki ileride bir gün yine bu ormanlarda erkek geyik için tekrar fotokapan kurarım diye düşünüp, gözümü Kızılcahamam civarı Soğuksu Milli Parkı civarına dikmiştim...




Birkaç ay sonra Kızılcaören köyünün arka taraflarında bir yere fotokapanımı kurmak için yola çıktım. Ancak yol kötü olduğu için köyün arkalarına gidemedim. Tek başıma ormanın içlerine çok girmek istemediğim için yakınlarda bir yere fotokapanı kurdum ve içime sinmediği için bir hafta sonra onu oradan aldım. İyiki de almışım, mantar toplayan teyzeler ve ineklerden başka hiçbir şey yoktu desem yeridir. Hatta bir kişi fotokapanı görmüş, ellemiş ve bir miktar kaydırmış. Ancak üzerindeki yazıyı görmüş olsa gerek ki öylece bırakmış. Hırsızlık vakalarına karşın üzerine "T.C. Orman Bakanlığı malıdır. GPS ile takip edilmektedir." yazılı bir etiket yapıştırmıştım. İşe yaramış olmalı...

Temmuz ayının 17. gününde doğum günü iznimi kullanıp şirkete gitmemiştim. O gün fotokapan kurmak üzere gözümü Mahkemeağcın vadisinin içlerine dikmiştim. Yol patikaydı ve fena değildi. Burayı biliyordum. Birkaç hafta önce keşfe gelmiştim. Bir süre gittim ancak derinlerde ormancıları ve ailelerini gördüm. Geçici çadır kuruyorlardı. Bütün bir yaz burada ağaçları toplayacaklarını söylediler. Onlardan uzaklaşmak için bir süre daha gittim ve bir kavşak noktası yakınına fotokapanımı kurdum. Buradan ümitliydim. İnsan faaliyetleri fazlaydı ancak bu vadide vaşakların olduğunu biliyordum. Zaten hemen yukarısı Soğuksu Milli Parkıydı. Burada vaşaklar koruma altındaydı. Umarım bir tanesini görecektim.

Bir ay kadar sonra fotokapanı alıp eve geldim. Hızlıca bilgisayarımdan fotoğrafları açtım. Eşimde benim kadar heyecanlanmıştı ve fotoğrafları o ilerletiyordu. İlk gördüğüm birkaç insan fotoğrafı beni üzmüştü ama az sonra ilk vaşağı gördük. Sevinç naraları atmıştım. Üstelik ilerleyen fotoğraflarda da birçok vaşak vardı. Bir tane de bebek vaşak vardı. Ancak hep gece vaktini seçtikleri için net bir gündüz fotoğrafı yoktu.

Her zamanki gibi ayı kurt ve domuz fotoğrafları da vaşaklara eşlik ediyordu. Büyük bir kurt sürüsü fotoğraflamak ümidim yine suya düşmüştü. Sadece iki kurt vardı ve fotokapana muhtemelen hep o ikisi poz vermişti. Ancak vaşakların farklı birey olduklarına emindim.





25 Kasım 2018 Pazar

Likya Yolu Maceramız(Nisan 2018)

Yine, yeni, yeniden ihmal ettim buraya yazmayı.
O kadar yazacak şey birikti ki hangisinden, neresinden başlayayım bilemedim.
Normalde yazımın başlığını -alışılagelmişin dışında- yazıyı yazmadan önce koyarım, çünkü anlatacağım hikayemi zaten bilirim. Ancak bu sefer koyamıyorum, nereden başlasam bilemiyorum.

Mart ayından bu yana o kadar güzel şeyler yaşadık ki anlatsam kelimelere sığdıramam herhalde. Bu günceleri ancak günübirlik yazsam o zaman ki hislerimi daha iyi anlatabilirdim. Bilhassa Likya Yolu'nda akşam çadırlarda yazamasam bile Ankara'ya döndüğümde hemen yazmalıydım. Zaten öyle de planlamıştım ama olmadı.
Evet, Likya Yolu...
Uzun süredir hayalini kurduğum yolun bir bölümünü(Ovacık-Bel) nihayet yürüdüm, hem de eşimle birlikte. En büyük hayalimde beni yine yalnız bırakmadı ve benim hayalimi benden çok sahiplendi. Acısıyla tatlısıyla birkaç gün boyunca bana eşlik etti ve hem de karnında bebeğini taşıdığını bile bilmeden. O halde benimle 3 gün yaklaşık 50 km yol yürüdü. Şimdi 8 aylık hamile ve artık oğlumuzu kucağımıza almak için gün sayıyoruz.

Likya patikalarında sayısız güzel çiçek gördük, deniz manzaralı köylerden geçtik, Toroslar'ın soğuk sularından içtik, çok uzaklardan da olsa zirvelerindeki karları gördük ve inanılmaz manzaralar eşliğinde molalar verip güzel fotoğraflar çektik. Mesela ilk gün Kozağaç köyü girişinde yolun hemen kenarında yamaca karşı yaptığı sundurmasında bizi ağırlayan teyzenin nefis portakal suyu ve muhabbeti. Onun hayat hikayesine tanıklık etmek, benim için en az yürüyüş kadar önemli. Çünkü bu coğrafyadan öylece yürüyerek geçmek değil amacım, veya gün sonunda sadece su toplamış bir çift ayağa sahip olmak. Buna karşın, buradaki insanların hayatlarına birkaç saniyeliğine bile olsa dokunmak, hissedebilmek, empati kurmak. Bir hikayenin içinde binlerce farklı karaktere bürünen bir baş kahraman gibi, kendimi onların yerinde görmek...
Kirmede ilk gün akşam yemeğimizin ardından çaylarımızla bize eşlik eden, hatta ilk onu karanlığın içinde gördüğümüzde bizi ürküten yaşlı amcanın getirdiği efsane çam balını yerken hissettiklerim, herhalde uzun bir süre yaşayamadığım cinstendi. Meğerse biz onun bahçesine çok yakın bir yerde kamp atmışız. Akşam karanlığında küçük kulübesine gidip bize bir bardak dolusu bal getirmişti ve benim onu ilk gördüğümde tedirgin olduğum halimden utanmama sebep olmuştu. Bu insanların bu kadar fedakar olduğunu bilmek, memleketimi biraz daha sevmem için beni cesaretlendiriyor.

Sonraki gün de en az ilk günümüz kadar güzel geçti ve ben Faralya yürüyüşünde zevkten adeta dört köşe oldum. İlk günün hırpalayan yoruculuğunu biraz olsun atlatmıştım ancak yinede sırtımda 15 kg yük ile yürümek hiçte kolay olmuyordu. Birçok yerde karımı da duraklatmak zorunda kalıyor ve hatta bir gün önce Ovacık'da çantamı ona teslim edip bir km kadar onun çantasıyla yürüdüğüm o anlar aklıma geliyordu. Kendi çantasını zor bela bana vermeyi ikna edip, benim çantamı bir süre sırtında taşımıştı ve ben bu hamlenin sonrasında kendimi toparlamıştım. Faralya'da Kelebekler Vadisi manzarası bize herşeyi unutturdu. Tatlı patikalar boyunca içinden geçtiğimiz yemyeşil ormanlar, yaşlı kızılçamlar, minik çalılar ve kuş sesleri adeta bir terapi olmuştu. Bir sonraki adımda ne göreceğini, hangi mucizelere tanık olacağını bilmeden yürümek yürümek ve yürümek... Benim için özgürlüğün anlamı oldu. Hani Forest Gump adlı filmde var ya. Tam da onun gibi...

 Kabak koyu inişi bir miktar dizleri yordu ancak her ne kadar rüzgarlı denizin keyfini çıkarsam da (burada karım denize girmedi) Alınca çıkışı tuzlu beden ve ağır su yükümle yine beni çok yordu. Aslında yola çıkmadan önce okuduğum rehber kitabında ve bizim daha Ankara'da planladığımız haritalara göre bu Alınca çıkışı öğleden sonra başlanması gereken bir aktivite değildi. Alıncaya kadar gidemeyeceğimizi biliyordum ama, haritam bana yol üzerinde birkaç su kaynağı olduğunu ve kamp atabileceğim düzlükler olduğunu söylüyordu. Su kaynağı bulamadık sadece güzel havuzları olan bir şelaleden sularımızı doldurduk ancak yine yetiremedik. Çıkışta kimsenin olmayışı ve bu ıssızlıkta dağlardan gelen kurt ulumaları eşimi çok endişelendirmişti. Bu sebepten, 6 gibi kampımızı kurduğumuzda bir sürü çalı çırpı toplayıp ateş yaktım, kendimizi güvende hissetmek için. Bu sırada suyumuz da çok azdı -ki buna rağmen dehidre olmak üzere olan bir yaşlı yürüyüşçünün istemesi üzerine suyumuzun yarısını onunla paylaştık- ve eşim köye gidelim az kaldı demesine rağmen ben karanlığa kalırız endişesiyle onu geri çevirmiştim. Kamp kurduğumuz yerde inanılmaz bir deniz manzarası vardı. Ancak hemen arkamız uçurum ve önümüzde dimdik bir dağ. Korkutucu bir bölgeydi ve biz gecenin daha korkutucu olacağını tahmin bile etmemiştik. Az sonra yemeğimizi yedikten sonra çadırımıza çekildik ancak kısa sürede uyuyakalan eşim mide bulantısı ve baş dönmesi ile uyandı. Durumu çok fenaydı ve ben ona bu dağ başında bir şey olsa ne yaparım diye telaşlanmıştım. Telefonlar çekmiyordu. Köy en az 2 saat mesafedeydi. Kabak koyunun ışıkları gözüküyordu ancak oraya inemezdim bile çünkü riskli geçitler vardı. Hayatımın en uzun gecesini o gün yaşadım galiba. Bir ara sabah olduğunda yürüyüşü bitirip dönmemiz gerektiğini bile düşündüm. Eşime bunu yapmaya hakkım yok dedim, karamsarlığa kapıldım. Ancak iyi ki de gece o ateşi çadırdan uzaklaştırdım. Varsın sönsündü. Eşim yabani hayvanlardan korktuğu için ateş yakmıştım lakin bu kadar kötüyken onu düşünemezdim. Çadırın oksijeni artınca karım bir iki saat sonra biraz kendine geldi ve ben sürekli dışarıda nöbet tuttum. İçeri girdiğimde ise kısa sürede inanılmaz bir rüzgar başladı. Vadinin içinde inanılmaz sesler çıkarıp birkaç saniye içerisinde çadırımıza ulaşıyor ve bizi yerimizden fırlatırcasına sarsıyordu. Allah'tan ki çadırı yere iyi sabitlemiştim. Öte yandan hemen ilerimizdeki geçitten aşağıya yuvarlanan kayaların sesi ise korku filmi gibiydi. Yabani hayvan mı rüzgar mı diye düşünürken sabahı ettim. Bütün gece inleyen bir tilki yavrusu eşliğinde neredeyse hiç uyumadım. Sabah erkenden bir şeyler atıştırıp hızlıca yola çıktık ve azıcık su ile köy girişinde su satan amcalara ulaştık. Az ileride ise Denizli'li bir ablanın terasında mükemmel Akdeniz manzarası eşliğinde köy kahvaltımızı yaptık. Hayatımda yaptığım en lezzetli kahvaltı olduğunu düşünmek belkide bir gece önceki yaşadığım sıkıntının mükâfatıydı. İşte şimdi çok mutlu olmuştum. Hiçbir şey umurumda değildi. Bir daha böyle riskler almayacaktım. Gece çok büyük dersler almıştım:
Asla kamp ateşini dağ ile çadır arasına kurmamalısın!

Alınca ile başlayın gün Belceğiz civarında bitti. Yine çok fazla yorucu geçen bir gündü. Sdyma Antik Kenti bizi tarih öncesi çağlara götürdü, antik mimarinin güzelliğiyle büyüledi. Burada Dodurga Köyü'nde bizi evine davet eden teyzeyi hiç ikiletmiyor, direk bahçesine oturuyorduk. Aslında o kadar yorgun ve misafir olmaya istekli duruyordu ki gözlerimiz, ona davet etmek dışında pek de bir şans kalmadı. Burada lezzetli meyve ve sebzeler yedik, yolluğumuzu aldık. Muhabbetimizi ettik. Sit alanı olduğu için kendi bahçesinde tarım yapamayan köylülere üzüldük. Yolluğumuzu, Alınca'dan aldığımız yufka ekmekle beraber ilerleyen vakitlerde yedik. Yerken, yurdum insanının ne kadar fedakâr ne kadar misafirperver olduğunu düşündük. Neticede Atam boşuna dememişti köylü milletin efendisidir diye. Neyse, zor bela Bel köyüne ulaştık ve bir gün önce yaşadığımız depresyondan ötürü kamp atmaktan vazgeçip bizi en yakın Kalkan otobüslerine götürecek asfalta atması için bir köylü bulduk. Gün sonunda Kalkanda idik ve muhteşem bir beyti yedikten sonra bir otelde konakladık.

Aslında Likya yolu maceramız burada son buluyor, çünkü sonraki günlerde Kaş'ı da ziyaret edip geri Ankaraya uçtuk. Kalkan ve Kaşta konakladığımız süre boyunca gördüğümüz yürüyüşçülere iç geçirerek baktım durdum. Sebebi tabi ki yürüyüşü erkenden bitirmiş olmamızdı. Oysaki Ankara'da evimizde haritayı açıp planımızı yaptığımız akşam, Patalya civarına varmayı hedeflemiştik. Karım bu durumdayken şehire uzak bir yerde çadırda konaklamak ve yürüyüşe devam etmek beni biraz ürkütmüştü. Aynı durum Bel köyünde de tekrarlayabilirdi ve ben buna ikinci kez dayanamazdım. Hem 5 haftalık hamile olduğumuzu bile bilmeden bir sürü yol yürümüştük. Muhtemelen böylesi daha hayırlıydı. İyi ki bu kararı vermişim. Likya yolu oralarda bir yerde, hiç kaybolmadı, yüzyıllar boyunca da böyle idi. İnsanlar, kervanlar, kavimler üzerinden geldi geçti. Beni bir daha kucaklamak için bekleyecek, yine giderim, önemli değil...

Son gün, yürüyüş başlangıcında bir gece konakladığımız Ölüdeniz mahallesine geldik ve burada bolca denize girip, sahile kurduğumuz çadırımızda konakladık.

Hayatımın en güzel birkaç günüydü ve deyim yerindeyse tadı damağımda kaldı. Hem karımı daha yakından tanımıştım hem de benim için hava veya su kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha görmüştüm. Ömrümde ilk defa gördüğüm bu coğrafyayı, onla beraber yürüyüp geçtiğim ve paylaştığım için çok mutluydum. Buraya ilerleyen yaşlarımda bir çok kez geleceğimi daha Dalaman Havalimanı'ndan ayrılmadan biliyordum.

 Aşağıdaki albüme bu maceramızın fotoğraflarını ekledim. Bizim yürürken nefesimiz kesildi ancak fotoğraflara sizler bakarken neler hissedersiniz bilmem :)

Albüm

Rotamız:

1. gün
2. gün
3. gün


17 Mart 2018 Cumartesi

Çukurca-Sivritepe Doğa Yürüyüşü ve Fotokapan Kurulumu(11.02.2017,25.02.2018)

Birinci Bölüm

Bugün 2018 yılı, Mart ayının, 17. günündeyiz. Kış iyiden iyiye yerini bahara bırakmaya başladı. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde çok fazla yağmur yağdı ve bahar ayının çok bereketli geçeceği sinyallerini verdi bize. Haliyle ben de bu yıl daha fazla alabalık, daha fazla kamp ve daha fazla mantar avcılığı peşinden koşacağım diye söz verdim kendime. Neyse, gevezelik yapmadan geçen ay yaptığımız yürüyüşe değinmek istiyorum. Yine ha yazdım, ha yazacağım derken aradan 1 ay geçmiş. Vakit ne kadar da hızlı geçiyor, oysa bu yürüyüşü sanki dün yapmışız gibi hissediyorum şu an.

11 Şubat günü Sivricetaş yürüyüşü planıyla Kızılcahamam yolunu tuttuk ve ilk defa ilçe girişinde müthiş bir sis çevreledi aracımızı. Ben zevkten dört köşe olmuş bir şekilde etrafımı izlerken, bugün yürüyüşün ne kadar güzel olacağını tahmin bile edemiyordum. İlçe girişini geçince her zaman ki mola yerimiz olan Akpet petrol içindeki lokantaya girdik. Herkes kahvaltısını yaptı, eşim ve bende yanımızda getirdiğimız sandviçi yedik. Yaklaşık yarım saat geçmişti ilk sis bulutunu görmemizin ardından fakat hiç bir şekilde güneşin galip geleceğine dair bir iz yoktu. Dolayısıyla Zati abi molanın ardından servise binmeden önce rotayı değiştirebileceği sinyalini verdi. Dağda kaybolmayı göze almak bizi riske atmak istemedi zannedersem. Tekrar servise binip Çukurca köyü yolunu tuttuk. İrtifa yükseldikçe inanılmaz güzel görüntüler ortaya çıkmıştı. Bunu sözlerle tarif edemeyeceğimi düşündüğüm için aşağıya bir fotoğraf koyuyorum.



Tabii ki sis ile birlikte yükseklere çıktıkça bir gece önceden yağan tertemiz kar da kendini göstermeye başladı azar azar. Ancak bu noktada, kışlık lastiği ve tabi zinciri bile bulunmayan servis tıkandı kaldı. Daha fazla ileriye gidemediği için orada inmek zorunda kaldık. Hazırlıklar yapıldıktan sonra yürüyüşe başladık, yanlış hatırlamıyorsam 8 kişi filandık. Bu sefer iş yerinden arkadaşım Onur da yürüyüşe katılmak istemişti ve ilk defa o gün katılma fırsatı buldu. Gün sonunda ise ne kadar mutlu olduğu gözlerinden belli oluyordu.

Orman kısa bir süre içerisinde bizi bir ana şefkatiyle sarıp sarmaladı, tüm cömertliğiyle en müthiş görüntülerini sundu. Ancak bir şart ile: çamurlu yolları aşmalıydık. Traktör yolları çok çamurluydu ve bazı noktalarda yürüyüşü çok zor kılıyordu. Ökse kuşları ise çok aktifti, her yerde onları ve dışkılarını görüyorduk. Ağaçlarda kendilerinden birer hatıra olarak bıraktıkları ökse otlarını da izleyerek Sivritepe'ye doğru yaklaşıyorduk. Bazı bölgelerde sarı çiğdemlerin açtığını görme şansı bile yakalamıştık. Bazı bölgelerde ise yağmur bulutları bizi yakalamıştı! Hemen yağmurluklar, pançolar, su geçirmez çanta koruyucular çıkarıldı ve bir süre böyle devam edildi. Güneş bulutların arkasından utangaç bir gelin gibi belirdiğinde ise ekipmanlar tekrar çantalara atıldı.

Sivritepe kuzey yamacına geçtiğimizde, aniden göknar ormanı karşıladı bizi sağ yamacımızda. Çok sık ve kapkaranlık olan bu orman beni büyülemişti adeta. Sanki bir mıknatıs beni içine çekmeye çalışıyordu. Derinlerde bir yerde bizi bir şeyler bekliyormuş gibi hissetmiştim. Ancak şimdilik rotamızı oraya çevirmeden devam etmek durumundaydık. Zaten bir hafta sonra vadinin tam içinde yürüyecektik...



Fotokapanımızı 1600 metre rakımda, güzel bir traktör yolunu görecek şekilde konumladıktan sonra beraberimizde getirdiğimiz et suyunu etrafa serpiştirdik. Birkaç kez fotokapanın açısını kontrol ettikten sonra bizim için çok güzel hayvan görüntüleri yakalayacağını ve tabii ki çalınmayacağını umarak köye doğru devam ettik. Aşağılarda bizi tekrar bir çamur dalgası yakaladı ama saat 4 olmadan köye yetişmiştik bile...

Wikiloc
Fotoğraflar

İkinci Bölüm

İki hafta sonra farklı bir rota üzerinden fotokapanımızı almaya çalışacaktık. Planımız çok basitti ancak gün sonunda doğa bizi B planına, hatta C planına kadar zorladı. Birazdan yürüyüşümüzü anlatacağım ama değinmek istediğim başka birşey var.

Bu haftaki yürüyüşümüze gruptan çok fazla talep geldi. Yaklaşık 15 kişi filan olduk. Aralarında ilk defa doğa yürüyüşüne gelen, Yusuf abinin tanıdığı arkadaşlar da vardı. Birsel ablanın da tanıdığı bir arkadaşı gelmişti yürüyüşe. Normalde yürüyüş grubumuza yeni katılımcı pek almayız, almış olsak bile bir referans kişi aracılığıyla grubumuza katılım olur. Kişinin ekipmanlarının varlığı içinde birkaç soru sorarız ancak bu sefer Yusuf abi referans olduğu için bunları sorgulamaya hiç ihtiyaç görmedim. Çünkü Yusuf abi yıllardır doğa yürüyüşleri yapan, ekipmanları çok kaliteli ve kendisi de çok sevecen bir insan. Hal böyle olunca, arkadaşlarını da bilgilendirdiğini düşünmüş olmalıyım ki ben bu yeni katılımcıları, servis bizi Çukurca köyünde indirdiği zaman görünce şok oldum. Kadife pantolon, normal bir şehir montu ve ayakkabısı ile görünce onların gün sonundaki hallerini düşünüp endişe ettim. Hem onların ekipmansız olması bizim için de yürüyüşün kötü geçebileceği anlamına geliyordu. Çünkü batonları ve tozlukları yoktu. Kendi tozluklarımızı onlara verdik. Kavak dalından ise batonlar yaptık.

Bu hafta kar yağışı altında yürüyeceğimizi tahmin ediyordum. Hava durumu yağmurlu gösteriyordu Kızılcahamam'ı fakat biz ilçe merkezinden tam 500 metre kadar yukarıda başlayacaktık yürüyüşe. Dolayısıyla kötü geçen bu kış mevsiminde belkide ilk ve son kez güzel bir kar yağışı altında yürüyüp geçecektik bu topraklardan. Bunu bildiğim için Zati abiye servisçiyi uyarmasını istedim ancak o zaten uyarı da bulunmuş. Fakat servis şoförünü yokladığımızda kimsenin kendisine bilgi vermediğini söyledi, neyse ki tüm lastikleri kış lastiği idi ve oldukça da yeni. Hal böyle olunca bizi son noktaya kadar hiç kaymadan götürebildi. Az sonra çok güzel bir kar yağışı eşliğinde yürümeye başladık. İlk önceleri 5-10 cm olan kar yukarılarda yarım metreyi bulacaktı ve gözlerimiz nispeten görüşün açık olduğu bu kar yağışlı günde bayram edecekti. Gelinliklerini giymiş güzel karaçamlar ve göknarlar mükemmel pozlar vereceklerdi bize...



Yürüyüşün başı, iki hafta önceki yürüyüşün sonu ile aynı parkurdu. Ben rehberimizin isteği üzerine önden gidip orman girişinde ekibi bekledim. Bu sefer tektim, yanımda minnoşum (eşim) yoktu. Olsaydı kesin en önde o giderdi, çünkü yürüyüşlerde içinden bir dağ keçisi fırlıyordu adeta ve ben onu bu şekilde izlerken gülümserdim hep.

Ormanın içinden yükselerek devam ettik ancak yukarıda, fotokapanı kurduğumuz patika üzerine gelmeden Zati abi sola döndü ve devam etti. Ben yoldan saptığımızı düşünüp hızlıca yanına gittim, elimdeki GPS ile durumu anlatmaya çalıştım fakat yanlış izah ettim. Bana göre fotokapana çıkan yol yukarıda sağda kalıyordu. O ise aşağıya doğru devam etti. Az sonra güzel bir traktör yoluna çıktık bir süre devam ettik ancak GPS rotamıza bakınca yanlış bir yolda olduğumuzu anladık. Tekrar yukarıya çıkmak ta imkansıza yakındı çünkü çok sarp bir yamaç vardı sağımızda. İşte bu yamaç bir hafta önce yukarısından baktığım büyüleyici ve gizemli göknar ormanıydı. Şimdi yine sadece bakakalmıştım. Fotokapan yukarılarda bir yerlerdeydi ama ona gitmek için çok büyük bir C harfi çizmeye başladık. Mükemmel bir vadinin içinde akan güzel bir dere ile yükselmeye başladık. Derenin bir sağında bir solunda yürümeye ve ensemizden içeri göknar dallarından düşen karlar  ile birlikte uzunca bir süre yürüdük. Yol bizi zorladı çünkü düzgün bir patika yoktu. Dereden sağa veya sola doğru çıkmamız imkansızdı çünkü vadi çok sarptı. Ancak biraz daha yürüyebilirsek ileride bir traktör yolunun bizi karşılayacağını biliyorduk. Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik ve nihayetinde yol iyice sertleşti. Bu noktada Zati abi ekibi durdurdu ve beni de alarak önden bir keşife çıktı. Yolun ileri de rahatladığını görünce o bekledi ve ben çantamı oraya bırakıp geri dönüp ekibi aldım. Zati abi ekibi karşılayıp, onları sağa doğru sarp yamaca vurmuştu bile ben ekibin en arkasından sallana sallana gelene kadar. Sonuncu olarak ben de çıkmaya başladım ama yukarıdaki yola yaklaşık 10 metre kala Zati abi tırmanışın tehlikeli olacağını, karın çok kaygan olduğu için kayma anında dereye kadar yuvarlanacağımızı öngördü ve gerisin geri inilmeye başlandı. Bu kararı aslında gruba yeni katılan ekipmansız arkadaşlardan ötürü verdiğini düşündüm-ki öyleydi- ve en önde inmeye başladım. Bir miktar inip hafif bir eğimle yandan yandan tırmanmaya başladım. ANcak abartısız, 20 metreyi 10 dakikada anca yürüdüm. Zati abi ise ekibi en aşağıya indirip uygun bir yerden tekrar çıkartmak istedi. Ben uygun bir yere çıkınca onlara durumu bildirdim ve benim olduğum yere tırmanmaya başladılar. Az sonra hiç zigzag yapmadan dimdirek yukarı doğru yürüdük ve neredeyse yarım metre olan karda suratımızda tipinin süpürdüğü karları hissederek yola çıkmayı başardık. Bundan sonrası kolaydı. Çukurca istikametine yürüyüp fotokapanımızı aldıktan sonra aracımıza yürüyecektik ancak vakit sınırlıydı. Neredeyse hiç mola vermeden fotokapana doğru yürüdük. Kar tam donmadığı için bata çıka yürürken ayakkabımın içine bolca kar girdi, çok ıslandım ve üşüdüm. Oysa şu an tozluğum ayağımda olsaydı çok rahat bir yürüyüş yapacaktım. Hazırlıksız gelen arkadaşlara içten içten biraz sitem ettikten sonra yapacak birşey olmadığını kabullenip devam ettim. Öte yandan, onları bu kadar yorucu bir yürüyüşte hiç sorun çıkarmadan kuzu kuzu yürüdüklerini gördükçe, içimde bir minnet duygusu da oluşmuyor değildi. Sıfır ekipman ile bu kadar zor bir yürüyüşte bizi yarı yolda bırakmamışlardı. Buna da şükretmeli insan dedim kendi kendime...

En önde hızlıca yürüyüp fotokapanı aldığımda içindeki görüntüleri izlemek için çok sabırsızlanıyordum. Hızlıca devam edip sağ alttaki karaçam ormanına girdik ve göknar ormanına el sallayıp çıktık. Birkaç dakika sonra sabahki çıkışta oluşan ayak izlerimizi bile gördüm ve nerede hata yapıp sola kıvrıldığımızı anladım...

Köye yaklaşınca gördüğüm dünyalar güzeli sarı çiğdem ise o günkü tüm yorgunluğumu unutturmuştu...



Servise bindiğimizde, bu kadar yorucu bir yürüyüşün ardından gelecek mükafatın da o denli büyük olacağını düşünüp heyecanlanmıştım. Yarım saat sonra lokantada görüntüleri açtık ve izlemeye koyulduk. İlk görüntüde Ağaç Sansarı var. Geceleri bir hayli çok ziyaret etmiş orayı ve tam kameranın önünde bir sürü poz vermiş. Ama kızıl ötesi çok parladığı için net görüntüsü yok...

Sonraki videolarda gece çekiminde bir kurt var.

Ancak en güzel video bir gündüz çekimi. Yine de biraz karanlık ama olsun. Bir çift kurt geçiyor fotokapanın önünden. Öndeki bir saniyede çıkıyor kadrajdan ama arkadaki daha siyah renkli kürke sahip kurt biraz durup etrafı kokluyor, seslere kulak kabartıyor ve sallana sallana eşini takip ediyor. Muhtemelen bu sıralar çiftleşmek için sürüden ayrıldılar. Bir in bulup yavrularını büyüttükten sonra yeni bir sürü kurmuş olacaklar...



Bu kadar büyüleyici görüntülere tanık olup, bu kadar kendimi ve vücudumu zorladığım bir günün ardından anladım ki; mucizelere tanık olmak ve limitlerimizi keşfetmek için yanlış yola sapmak gerekir bazen...


Wikiloc
Fotoğraflar














15 Şubat 2018 Perşembe

MahkemeAğacın - Başören Köyü Doğa yürüyüşü ve Fotokapan Kurulumu(24.12.2017,07.01.2018)

Birinci Bölüm

Fotokapan ile ilk maceramızdan sonra heyecanla bir sonraki yürüyüşümüze kilitlenmiştim. Zati abi'nin Kaletepe yürüyüşünün ardından açtığı yürüyüşe yeterli katılım sağlanamayınca yürüyüş iptal oldu. O hafta zaten benim de işim vardı. Bir sonraki hafta ise yaklaşık 10 kişinin katılımı ile yürüyüşümüzü yaptık. Bu sefer grubumuza ilk defa katılan Eren arkadaşımız da vardı. Kendisi Ankaralı fakat Kastamonu'da görev yapıyor, memur olarak. Bir şekilde iletişim bilgimizi bulmuş ve bize bu yürüyüşümüzde o da eşlik etti. Daha önemlisi, uzun bir süreden sonra ilk defa biricik eşim Dilek de yürüyüşe geldi. Kendisine yürüyüşlere gelmesi için ısrarcı olmuyorum fakat bu sefer kendisi gelmek istedi, bende çok sevindim.

Bugünkü rotamız tarihi Mahkemeağacın köyü. Bu köyün erken Hristiyanlık dönemini de içine alan kıymetli bir tarihi var. Bunu köydeki mağaralardan ve manastırlardan anlıyoruz. Peri bacaları tarzı tüflere oyulmuş bu manastırlar ve odacıklar şu ana kadar gayet güzel korunmuş. Korunması ise bizim çabalarımızdan değil aman yanlış anlamayın, köylü zaten buraları samanlık olarak yani depo olarak kullanmış yıllar boyunca. Dolayısıyla bu tarihi yapıların sahipleneni olunca, bir şekilde buraya kadar bozulmadan gelebilmiş. Köye ilk gidişimizde değil de, iki hafta sonraki yürüyüşümüzde gezdik bu tarihi yapıları. Zati abi detaylıca tarihlerine değindi. Erken Hristiyanlık döneminde Romalıların zulmünden kaçanlar bu vadiye sığınmış, tarım yapmışlar. Vadinin iç kısımlarında, köyden uzak taraflarda yabani üzüm asmaları görülüyor. Bunların da o dönemden kalan ağaçların genç bireyleri olduğu söyleniyor. Besbelli bu ağaçlar insan eli ile getirilip dikilmiş. Kim bilir ne kadar şaraplar yapılıp içilmiştir bu güzel ağaçların lezzetli üzümlerinden. Ne düğünler, ne eğlenceler düzenlemiştir burada eski insanlar...



Ben bugün ilk defa bilgisayarımı da yanıma aldım. Fotokapan önünü yemlemek için kullanacağımız sakatat ve kemik suyunu da düşünürsek çantam bir hayli ağır. Zaten bende bunu istiyorum çünkü kondisyonumun gelişmesi benim için çok önemli. Mahkemeağacın vadisinden bu bölgeye özgü olan balıkçıl kuşlarının ve ilk defa gördüğüm kara çalı bitkisinin hikayesini dinleyerek yükseliyoruz. Kah sağımızda kah solumuzda aheste aheste akan ve ileride Kirmir çayına kavuşma arzusuyla coşan berrak derenin güzelliği de cabası. Meşelik tepelerin ardından çam ormanlarına doğru gittiğimizi biliyorum. Buraya gelmeden önce haritadan bir hayli incelemiştim. Neden bilmem ama hep çam ormanlarında yürümeyi daha çok sevmişimdir. Bana daha gizemli ve huzurlu geliyor. 1450 metrelere ulaşıp tepenin kuzey yamacına gelince çam ormanı başladı, üstelik burada ufak bir su birikintisi de var. Ancak donmuş, yerde de 10 cm kadar kar mevcut. Çam ormanı içerisinde çok güzel bir açıklık olduğu için Zati abi fotokapanı buraya kurmak istiyor. Ben ilk önce çok ayakaltı olduğunu düşünmüştüm fakat sonra burada fotokapanın görüş açısının çok iyi olacağını anlayıp mantıklı olduğuna kanaat getirdim. Açıklığın ortasındaki minik çam ağacına fotokapanımızı kurduk ve ilk denemeyi önünden geçerek biz yaptık. Gerçekten bu sefer açısı müthiş!


Artık önünü de yemledikten sonra oradan ayrılma vakti. Yanlış hatırlamıyorsam 2 gibi buradan ayrıldık ve aşağılarda Abacı mahallesine doğru yürüdük. Servis bizi bu mahallenin girişinde bekliyordu.
Bir üşüyüp bir sıcaklayarak toplamda 10 kilometreye yakın yürüdük. Yukarılardan Doğanözü barajına doğru mükemmel manzaralar izledik.  Gölgelerde ve rüzgar esince çok üşüyüp montlar giydik ancak güneşe çıkıncada çok sıcaklayıp montlar çıkardık, çokca sefer! Bu kış biraz ilginç geçecek besbelli dedik...

Artık fotokapan görüntülerini bekleme vakti...

Fotoğraflar
Wikiloc

İkinci Bölüm

Bir hafta sonra yılbaşı olduğu için yürüyüş düzenlemedik. Hem 2 hafta kadar beklememiz görüntü birikmesi için de daha iyi olacaktı. Bu vesileyle, ilk rotadan biraz farklı olarak Başören Köyünden Mahkemeağacın'a yürüdük bu sefer, 07.01.2018 günü. Hiç kar görmediğimiz güllük gülistanlık bir gündü. Belki de bu coğrafyada böyle birşey yıllar sonra ilk defa görülüyordu. Bir süredir biz de Ankara'da bu kışın hiç kar yağmadığını ve havaların hiç soğumadığını konuşur olduk. Bu yürüyüşümüzde anladık ki bu rakımda bile kar yok. Küresel ısınmanın etkileri çok korkutucu bir şekilde kendini gösteriyor. Sonumuz hayrolsun...

Bugün görüntüleri toplayacağız diye çok heyecanlıyım ama bir o kadar da gerginim. Sanki yine bir aksaklık olmuş da hiç görüntü alamamışız gibi geliyor bana. Kafamda kötü düşünceler: Meğer son dakikada cihazı açmayı unutmuşum. Herkes karşısında nasıl bir konuma düşerim? Bilemiyorum, umarım öyle olmamıştır veya gittiğimizde cihaz yerinde yoksa ne yaparım. O kadar para topladık herkesten...

Bu düşüncelerden biraz kurtulduktan sonra kendimi doğa ananın kucağına atıyorum. Başörenden tırmanışa başladıktan az sonra yaşlı karaçam ormanlarına giriyoruz. Ormanda yürüyüş çok rahat, ağaçlar aralıklı ve koku muhteşem. Zemindeki taşlardan fışkıran yosunlar yeşilin her tonunu vadediyor. Bu ormanı nedense bir çıt daha fazla sevdim, galiba sizler de fotoğrafları görünce aynı şeyi düşüneceksiniz.

Hafif bir yanlış yöne sapmadan sonra GPS'den doğru yönü bulup oraya doğru yürüyoruz. Sık sık domuz dışkısı görüyoruz, burada büyük bir sürü var ise kesin fotokapanımıza yakalanmışlardır. İleri de ise karaca yatağı görüyoruz. Karacalar yere uzanmadan zemini bir miktar temizleyip, normal toprak görününce üzerine uzanırlarmış. Bu durum o kadar net ki, bu bölgede karacaların olduğunu düşünmek işten bile değil. Belki o da kadrajımıza girer, kim bilir. Heyecan dolu birkaç saat yürüyüşün ardından kuzey istikametinden fotokapanımızın olduğu açıklığa çıkıyoruz. Artık bundan sonra görüntülerimizi inceleyip, yemeklerimizi yeyip, hoş sohbetler edip meşelik alandan yürüyüşe devam edeceğiz...

Grup üyeleri ile son kez fotokapan önünde poz verip cihazın depolama birimini bilgisayarıma bağlıyorum. Zati abi, ben ve Dilek heyecanla monitöre bakıyoruz. Dileğin de bu kadar heyecanlı olacağını düşünmemiştim gerçekten, o da en az benim kadar heyecanlı. Bilgisayar ise bir türlü açılmıyor, çok yavaş. En son nihayetinde ilk videoya tıklıyorum. Tamamen karanlık. Parıl parıl parlayan gözler var sadece. Ayı mı?
Bu ilk videoda ayı gördüğümüzü zannediyoruz ama bu büyük bir domuz sürüsü :) ve sonraki video yine domuz, sonra yine domuz... İlk gün gelip bütün sakatatları yemişler. Ertesi günler kuzgun ve tavşan girmiş kadraja.
Ve asıl önemlisi... Kurt gelmiş...
Hemde iki kere.



Ekip resmen mutluluk sarhoşu. İlk videoyu açtığım andaki Zati abinin haykırışı ise halen kulağımda. Gerçekten çok güzel ve özel anlar bu hayvanlara tanıklık etmek, orada bir yerlerde yaşadıklarını ve sağlıklı bir şekilde çoğalıp büyüyebildiklerini, birer anne ve baba olabildiklerini görmek, hissetmek. Gerçekten büyüleyici. Üstelik onca engele rağmen, insanoğlu gibi acımasız bir avcıya rağmen...

Lokantada ve sonrasında eve gelince de heyecanla tüm videoları taradım, birkaç kez domuz sürüsü, günlerce ziyaret eden kuzgunlar, iki tane tavşan ve kurt... Görmeyi çok istediğim o gizemli kediye ait hiçbir iz yok... Muhtemelen böyle açık bir araziyi zaten tercih etmeyecekti...Ama onu bir gün görüntüleyeceğimi bilerek, hissederek beklemek bile güzel. Sabırla beklemek. Ancak o zaman onu gördüğümde kıymetini anlarım belki de.
Doğa insana beklemenin bile güzel olacağını öğreten mükemmel bir öğretmen. Aynı aşk gibi değil mi? Nazlı bir güzelin bir gün kapınızı çalacağını bilerek beklemek...

Fotoğraflar
Wikiloc

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kaletepe(Asar Tepe) Yürüyüşümüz ve Fotokapan Kurulumu(03-10.12.2017)

Birinci Bölüm

Tahmin edersiniz ki bu yürüyüşümüzün üzerinden iki ay kadar bir süre geçtiği için anılarımı yazmakta zorlanıyorum. Ancak biraz çaba ile birkaç cümle yazabileceğimi zannediyorum.

O gün, diğer günlerden farklı olarak çantama yeni aldığımız fotokapanımızı da attım. Üstelik birkaç gün öncesinde bu yeni cihazı deneme fırsatı da bulmuştum. 8 adet pil ve 16 gb hafıza kartı takıp çalıştırdığım fotokapan beklediğimden daha net görüntüler elde ediyordu. Kullanım kılavuzunu da iyice okuyup ayarlarını yaptıktan sonra artık pazar günkü yürüyüşümüze hiç olmadığım kadar hazırdım. Üstelik Zati Abi de benim de daha önce hiç gitmediğim çok güzel bir parkur seçmişti.

Eğerlibaşköy civarına geldiğimizde saat 10 civarıydı ve yürüyüş grubumuz yaklaşık 10 kişi idi. Hızla köyün aşağısındaki dereye inip Değirmenciler mahallesi istikametine doğru yürüdük. Burada büyük bir Ankara tiftik keçisi sürüsü gördük. Bu hayvanları ilk defa görüyorum ve gerçekten çok güzeller. Tabiki yanlarına sokulup sevmek pek mümkün olmuyor korkutucu kangallar yüzünden. Çobanın tenkitlerine rağmen kangallar yaklaşık on beş dakika boyunca bizi taciz edeceklerdi. Orada grupla birlikte değil de, tek başıma bu hayvanlar ile karşılaşsam ne yapardım bilemiyorum. Gerçekten çok besili ve heybetli köpeklerdi...

Hemen burada sol yamaçtaki fındıklıklara doğru rotayı çevirip tepelere doğru Zati abinin doğa ile ilgili verdiği bilgileri dinleye dinleye yükseliyoruz. Tepenin arkasına geçtiğimizde ise bizi sık Göknar ormanı karşılıyor. Kaletepe'nin güney yamacına gitmek için önce kuzey tarafını dolanmak gerektiğini anlıyoruz, çünkü o bölgede kestirme yaparak güney yamacına gitmek çok zor. Kayalıklar pek dik ve sert. Göknar ormanlarında yükselirken kısa sürede irtifa 1900 civarı oluyor ve biz de burada yemek molası veriyoruz. Molada ise az önce gördüğümüz kurt sürüsü izlerini konuşuyoruz. Ben halen bu izlerin büyük bir kangaldan olmuş olabileceği fikrini kafamdan atamadım. Ancak yapısı gereği kurda benziyor. Benim gönlümden geçen de tabi ki iri bir alfa erkeğinden kalmış olması. İzden anlaşılacağı üzere, kurdun ayak izi benim elim ile aynı boyutta. Normal bir kurdun yaklaşık 40 kilo civarında olduğunu düşünürseniz neden kafamda soru işaretleri olduğunu daha net anlarsınız. Sadece bu ize bakarak bu hayvanın yaklaşık 60 kilo civarında olduğunu net söyleyebilirim. Öte yandan, köyün uzakta olması da bana bunun bir çoban köpeğinden olmadığını ifade ediyor. Kısacası kafam karışık.



Yemek molasının ardından artık Zati abinin fotokapan kurmak istediği orman içi patikaya gittikçe yaklaşmış bulunuyoruz. Az sonra güzel izlerin ve vaşak dışkısının olduğu bir yere fotokapanımızı kuruyoruz ve beraberimizde getirdiğimiz et ve kemikleri önüne serpiştiriyoruz. Bir hafta sonra, nasıl bir hüsranla karşılaşacağımızı bilmiyoruz bile. Evet, ilk defa fotokapan kuruyoruz fakat cihazı çok kötü bir açı ile yerleştirdiğimizi, çok acı bir şekilde bir hafta sonra deneyimleyeceğimizin farkında değiliz. Üstelik çok zorlu bir yürüyüşün ardından...

O gün eve ne çok hayal kurarak gitmiştim şimdi bile hatırlıyorum...

Wikiloc
Fotoğraflar

NOT: Bu yürüyüşün ardından, uzun zamandır kurduğum orman arazisi satın alma hayalimi gerçekleştirip Çamlıdere Gölünyazı mevkinden imarlı 700 m2 arsa satın aldım. İleride burada doğayla iç içe, eşim ve çocuklarımla geçireceğim birbirinden güzel anıları da kaleme alabilmek ümidiyle...

İkinci Bölüm

Ertesi hafta yine bir pazar günü, rotamızı, fotokapanın olduğu yere -fakat bu sefer farklı bir rota üzerinden- çeviriyoruz. Hava durumu bugünün karlı olacağını söylüyor ancak lodos var. Lodos altında kar nasıl olur bilmiyorum, ama akşama doğru tecrübe edeceğim...

Bu sefer yürüyüşümüze Değirmenciler mahallesi başından başlıyoruz. Sol üst tarafta bir önceki hafta yürüyüş başlangıç noktamız olan Eğerlibaşköy bize göz kırpıyor. Bu köylerin arasında, bir tanesi kuzeyden Kaletepe arkasından gelen, diğeri ise Değirmenciler mahallesinin hemen güneydoğu tarafındaki vadiden gelen iki dere birleşiyor. Biz bugün güneydoğu vadisinde, aşağıdaki derenin sesini duya duya yükseleceğiz. İleride vadinin bize izin verdiği bir yerden Kaletepe tarafına geçip, fotokapanımıza doğru yürüyeceğiz. Eşsiz manzaralar görüp güzel sohbetler ettikten sonra dağların insanı sarıp sarmalayan enginliğini bir kez daha tadıp evlerimize doğru yola koyulacağız...

Bugünkü yürüyüşümüzde Figen abla bir hayli ter döktü. Hem yürüyüşün 14 km olması, hem de yaklaşık 600 metre kadar irtifa kazanmamız onu, hepimizden daha fazla hırpaladı. Karanlığa kalmamak için sarf ettiğimiz efor ve sonlara doğru bizi yakalayan dondan yağmur sebebiyle bir ara, fotokapanı alıp yükselmeye başladığımız o yamaçta neredeyse adım atamaz oldu fakat hemen zirvenin altında tırmanışın bittiği o sırtta kendini toparladı.

Fotokapanımızı Zati abinin tavsiyesiyle ben bir süre grubun önüne geçip hiç GPS kullanmadan bulmaya çalışacaktım. Çok denedim, fakat çok da yoruldum. Bir aşağı bir yukarı ormanın içinde çok hırpalandım. Birçok kez grubu kaybettiğimi, seslerini duyamadığımı fark edip telaşlandım. Orman örtüsünün, ibreli ağaçların sesleri ne derece başarıyla filtrelediğini tecrübe edinmiş oldum. Ancak ipleri eline alan Zati abi bir şekilde fotokapanın yerini buldu ve sevinçle fotokapan önünde son kez poz verdik. Ben hemen oracıkta çantamdan bilgisayarımı çıkarıp görüntüleri izlemek istedim fakat gelen yağış sinyalleri ve karanlığa kalma ihtimali yüzünden Zati abiye kulak verip, fotokapanı direk çantama attım. Yaklaşık bir kaç saat sonra serviste açtığım fotokapanda sadece bizim videolarımızın olduğunu, hiçbir hayvan videosu alamadığımız hayal kırıklığını yaşayacağımı bilmiyordum bile...

Fotokapanı arazinin eğimini hesaplamadan yerleştirmişiz ve hal böyle olunca bizim bile sadece göğsümüzden yukarısını çekmiş. Dört ayaklı hayvanların bizden daha alçak olduğunu düşünememiş olmamız bize acı bir tecrübe oldu ve bir sonraki yürüyüş için daha da hırslanıp Ankara yolunu tuttuk. O akşam ne kadar da üzülmüştüm...

Wikiloc
Fotoğraflar







Akyar Vadisinden Kavaközü Köyüne(26.11.2017)

Bu yürüyüşün üzerinden o kadar vakit geçmiş ki, tarihi tam hatırlayabilmek için, o gün rota kaydını aldığım Wikiloc bağlantısına gittim. Bir süredir buraya yazmıyorum, bayağı ihmal ettiğimi düşünüyorum aslında. Bunun en büyük sebebi yaklaşık 2 ay boyunca evde internetimin olmamasıydı. Artık yavaş TTnet bağlantısından, hızlı Superonline Fiber internetine terfi ettiğime göre bloguma yazmamak için hiçbir sebebim yok. Üşenmekten başka...
Evet, yürüyüşün hemen akabinde çok yorgun olduğum için eve gelip dana gibi uzanıyorum. Oysaki anıların en taze olduğu vakitte hemen buraya yazmam gerekir, sadece o zaman anılar daha sıcak kalır çünkü. Daha çok hissedilir. Şimdi yaklaşık üç ay önceki bu yürüyüşüm için ne kadar düşünsem de aklıma pek bir şey gelmiyor. Sadece hafızamda daha fazla yer edinmiş olan; Tuna'nın o gün için rehberliği Zati abiden alıp rotayı kendi başına çizmeye çalışması ve tabi daha önemlisi "fotokapan" fikrinin filizlenmesiydi. Bu yürüyüşün hemen ardından kıymetli rehberimiz Zati Erbaş önderliğinde gruptaki herkesin para yardımlarıyla Bushnell Essential E2 marka fotokapan almayı başardık. Artık yürüyüşlerimiz çok daha farklı bir amaca hizmet edecek. Sürekli izlerini takip ettiğimiz ancak bir türlü göremediğimiz o nadide canlıları görme fırsatı yakalayacaktık. Devamı sonraki yürüyüşlerde...

Wikiloc linki
Fotoğraflar